İstanbul değişiyor hem de çok hızlı. Hem ne hız bir gittiğimiz yeri bir daha bulmak ne mümkün. Bırakın yolları, binaları mahalleler silüet değiştiriyor. Taksiciler bile bir kere gittiği yeri bir daha giderken bulamıyor. Evimin arka penceresini açıyorum 2 yıl içinde bir otel üç tane kırk’ar katlı gökdelen, ön tarafta pencereye gidiyorum her geçen sayısı artan bloklar…Kapalı alanda spor yapmaktan nefret ediyorum peki benim koşacağım yürüyeceğim parkım nerede? Son kalan yerler de şehir merkezlerinde arsa kıtlığından imara açılıyor. Park diye köşe de koşacağım alan en fazla iki top sahası büyüklüğünde. Bunun için bile şükreder duruma geldik.
Aman yanlış anlaşılmasın inşaat sektörünün yıllardır içinde biri olarak ne kadar önemli olduğunu ne kadar çok insana iş sağladığını ve ne kadar çok iş alanlarını beslediğini biliyorum. Sadece biraz bilinç biraz dikkat diyorum. Çünkü burası İstanbul evet farklı ve özel bir şehir. Son on yılda binalara bir estetik geldiğini düşünüyordum ancak konut projeleri arttıkça sanki hepsi birbirinin aynı olmaya başladılar.. Peki beni böyle düşündürmeye iten güç neydi. Düşündükçe yapıların İstanbul’un dokusuyle örtüşmediğini fark ettim. Sadece dokusu mu uyuşmayan? Hayır…Yeni yapılan inşaat projesinin etrafındaki birkaç katlı binaların varlığı, tarihi dokusu olan eski binaların bulunduğu yerlerin tam ortasında uyumsuz ama içine girdiğinizde bir o kadar çekici yüksek katlı konut projeleri.
Gündemimiz de kentsel dönüşüm var, 2b arazileri var. Yani bu saatten sonra inşaat çok daha hız kazanacak. Harabe haline gelmiş depreme dayanıklı olmayan yerlerin acil dönüşümü elzem ancak buralarda yeni çıkacak imar planlarının sadece ticari mantıkla yapılmaması gerekir. Bölgenin dokusu, çevresinde nereleri etkileyeceğini unutmayalım. Yoksa aynı Zeytinburnu’nda yapılan gökdelenlerin Sultanahmet camisini bile kilometrelerce öteden nasılda görüntüsünü bozduğunu hatırlayalım.
Hatice KOLÇAK Twitter da takip et! @haticekolcak